25 Aralık 2013 Çarşamba

GRAHAM GERCKEN üzerine...

       Böyle bir başlık attım ama size Graham Gercken üzerine anlatacak doğru düzgün hiç bir bilgim yok. Öyle hazırlıksız falan olduğumdan değil. Yani google da şööööööle esaslı bir araştırma yaptım ama hayatıyla ilgili Türkçe kaynak yok. İngilizceden anladığım (!) kadarıyla sokakta turistlere tablolar yaparken ünlü olmuş Avustralyalı bir ressam. Sidney'de yaşamış, Çin'e gitmiş, Çinli sanatçılarla çalışmış falan filan. Ayrıca bir çok da ödül almış. eserleri en nadide koleksiyoncularda saklanırmış, Avustralyanın en seçkin sanat galerisi yanı sıra Kore konsolosluğunda da muhafaza edilen eserleri varmış. Bu kadarı işin hikaye kısmı, mesele tabloları...
        Gerçekten insanın baktıkça bakası gelen bi' dolu tablosu var. Tekniğini incelediğinizde "Bunu ben de yaparım" dediğiniz ama iş fırçayı elinize almak olunca ortalığı darma duman edebileceğiniz türden harika manzaralar var. sarı, turuncu, kırmızı, pembe, mor, mavi ve yeşil ağaçlar... Bu kadar renkli olmaz mı? Bizim bildiğimiz ağaçlar en çok yeşil renklidir değil mi? Bakın ne kadar da güzel olmuşlar, üstelik nasıl da gerçekçi!













     Ve Graham Gercken in tekniğini ben gerçekten çok sevdim, ayrıca sonbaharı benim kadar seviyor olduğunu görmek de sanatçıyı kendime yakın hissetmeme sebep olmuş olabilir. Bir tablosundan esinlenerek yaptığım kendi resmimi ekiyorum şimdi de, bu kadar güzel manzaradan sonra kabağın üzerine turp yemiş gibi olacak, affediverin nolur, o kadar emek harcadım sonuçta. Belki Kore konsolosluğunda değil ama oturma odamda kış tablomun yanına sergiye aldım, görmek isteyenler kahve içmeye gelebilir ;)


11 Aralık 2013 Çarşamba

KAR ÖZLEMİ ve küçük bir kar manzarası...

     Efenim malum kış aylarındayız. Ben de çoğu insan gibi kışın kar yağmasını sevenlerdenim. Napalım, bize bu sevgi çocukluğumuzdaki kar tatillerinden alışkanlık kaldı.Kar güzeldir, beyazın içinize verdiği huzur güzeldir. En güzeli de gece hiç bir şey yokken sabah pencereden bir de bakarsınız ki, her yer bembeyaz olmuş. Ve en kötüsü de herhalde sabahına kar beklediğiniz bir günde herşeyin eskisi gibi olmasıdır.
     Bu sabah yaşadığım hayal kırıklığı bu türdendi. Oysa çok büyük beklentilerle açmıştım perdeleri. Yurdumun bir çok köşesinde kar var, yakın şehirlerde de öyle. Oldukça haklı bir beklenti benimkisi yani. Daha kış uzun, mutlaka kar Çanakkale'ye de uğrar diye umudumu kesmiyorum elbette. Lakin geçen sene de aynı umutlarla bekleyip sadece soğuk havamızı almıştık.
     Küresel ısınmanın bizden sadece mevsimleri değil, çocukluğumuzu  da aldığı bir gerçek. Öyle ya, hangimizin çocukluğunda kışa dair unutulmaz hatıralar yoktur? 
     Elbette benim de bir sürü kar hatıram var ve en çok abimle yaptığımız kar savaşlarını özlüyorum ben. çatılardan sarkan uzun buzları kılıç gibi kullanıp bakalım ilk kimin kılıcı kırılacak diye verdiğimiz amansız mücadelelerini :) kar topu oynayışlarımızı ve eve girdiğimizde artık pembeleşen ellerimizi sobanın üzerinde ısıtırken soğuktan birden sıcağa giren parmaklarımızın yanışı ve sonrasında gıdıklanışını... Ve tabi kömür gözlü, havuç burunlu kardan adamlarımızı...
      Sanıyorum ki hatıralarımın içinde en unutulmaz olanı, ilköğretim 7 deyken dedemlerin köyünde kar sebebiyle mahsur kaldığımız günlerdi. Bayramdı ve biz kar daha da bastırmadan gidelim diye yola çıkmış olsak da çok geç kaldığımızı anlayıp el mecbur geri dönmüştük. Ananemlerde teyzelerim, dayılarım ve bir sürü kuzen. Babanemlerde amcalarım ve yine bir sürü kuzen :) mahsur kaldığımız altı gün boyunca bir sürü kuzen olarak kardan bıkıncaya kadar oynamıştık. En şahanesi de sürü olarak,tahta bir merdivenin iki basmağında bir, bir kişi oturarak yokuşun yukarısından aşağıya kaymalarımızdı. Aslında oldukça tehlikeli ama bir o kadar da zevkli. Aman siz  denemeyin. Ya da deneyin kol bacak kırılma ihtimali olsa da sekiz-on kişi aynı anda kaymanın hissettirdiklerini kaç kere yaşayabilirsiniz ki şu fani dünyada :) 
     Altı gün böyle geçti ama köyde mahsur kalanlardan dolayı ne ekmek kaldı ne un. Yollar daha açılmamıştı, komşu köye ulaşırsak oradan sonrasının yolları açılmış diye duyduk. Annelerimiz tarafından sıkıca giydirilip hep beraber yola çıktık. Altı kilometre kadar karda yürümemiz gerekiyordu. O yaşta benim için oldukça uzun bir yoldu. Elbette çok üşüdüm, bir süre sonra ayak parmaklarımı hissedemez olmuştum. Yine de o an kendimi çok büyük bir macera yaşıyormuş gibi hissetmiştim. Her şey gibi yollarında sonu vardı ve komşu köye ulaştık. (Sonrası bir otobüse atlayıp sıcacık evimize vardık, arabamızı köyde bırakmak zorunda kalmıştık zira arabadan tek görünen kısım üstündeki antendi :) o kadar yağmasa da olur şöyle 40 cm kafidir.) Artık hatırlarda kaldı yürüdüğüm o yollar ve tabi fırçamın kenarından atlayıp bir de tuvale düştü... (oh ya, nasıl bağlayacağım derken çok da güzel bağladım, aferin bana) yorumlarınızı eksik etmeyin sevgili okuyucularım ama oralarda kar var ise çok da özendirici şeyler yazmayın. bir de resimden anlıyorsanız sanatsal yorumlar da alabilirim :)



10 Aralık 2013 Salı

MERHABA ^_^

     blog yazarlığından pek anlamam. dolma kaleme mürekkep doldurup sayfaları sararmış defterime, ellerim mürekkep lekesi oluncaya dek yazmayı daha çok severim açıkçası. gelin görün ki bu işe de merak sardım.
     bendeniz yirmi beş yaşında, sanatçı bir ruha sahip (öhöm öhöm :) hep bi' yerde kendim için bunu söylemek istemiştim) lakin matematik mezunu bu yüzden de yaptıkları ile yapmak istedikleri çok farklı olan bir garib-i faniyim. nedir yapmak istediklerim; ilkin şehir şehir, ülke ülke seyahat etmek istiyorum, çünkü insanın yüreğinde biriken hikayelerin, gördüğü yer sayısıyla doğru orantılı olduğunu düşünüyorum. sonrasında o hikayeleri söze dökmek ve anı resmetmek... esasında blog açmamın yegane sebebi, yaptıklarımı paylaşmaktan mütevellid bir varoluş çabasıdır. "ben varım ve buyum" demenin çağımızcası. e ne yapsaydım yani? gidip mağara duvarlarına mı resmetseydim yada taş kitabelere mi yazsaydım? her sanatkar gibi (şey çok da iddialı değilim) ben de eserlerimi paylaşmalıyım değil mi? 
     daha ilk seferden bu kadar yazmak bana yetti. öyle birden açıverdim zaten ne yazacağımı da bilemiyorum. yok iki edebiyat parçalayayım da havalı olsun yok şirinlik yapayım da sempatik olsun diye beynim çatladı... öğreneceğim tabi ne menem şeymiş şu blog yazarlığı. 
son olarak burada neler bulacaksınız onlardan bahsedeyim,

bazen bir yağlı boya tablo ve yapım aşamaları sadece
bazen de o tablo üzerine bir hikaye....

kimi zaman bir filmden bir kare üzerine uzun uzun yorumlar
kimi zaman da bir cümle üzerine iki çiziktirilivermiş bir resim...

arada bir, ressamların yada yazarların hayat hikayeleri
arada da kendimce kendimden bi' şeyler...

kısaca hayata; kalemler, fırçalar ve kadrajlar arasından bakıp şahsımca bir şeyler ekleyeceğim deyip bitiriverelim burda...

herkese iyi anlar, selametle...